top of page

Özgüven Kavramına Bakış

  • Berat Keskin
  • 4 Ara 2022
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 5 Ara 2022


Son zamanların popüler olan terimlerinden bir tanesi de özgüven kavramıdır. Özgüven kelime kökeni olarak kendine güvenmek demektir. Ancak kelime içerisinde ‘öz’ kelimesini barındırır. Öz kelimesi ise işin özüdür.

Özgüven düşüklüğü terapiye başlamak isteyen bireylerin de sıklıkla yakındığı bir şikayettir. Terapiye gelerek özgüvenlerini artırmayı amaçlarlar. Ancak bu nasıl olacaktır?


Ben özgüven eksikliğine bir semptom olarak bakmak konusunda kararsızım. Bu konuda derinleşmeden önce semptom nedir bunu biraz açıklamakta fayda görüyorum.


Semptom ruhsal bir çatışmanın dışa vurumudur. Bu dışa vurum farklı şekillerde gerçekleşebilir. Bedende yaşanabilir, ruhsallıkta yaşanabilir… Pek çok şey semptom olabilir. Örneğin panik atak bir semptomdur. İktidarsızlık bir semptomdur. Vajinismus bir semptomdur. Duyguları hissedememek bir semptomdur. Ruhsal cevapları vardır, çünkü ruhsallıkta çözülmemiş, bastırılmış ve açığa çıkmayı bekleyen anlamsal bağlantılar ve nedenler mevcuttur. Bir problemin soru işaretleri gibidir semptomlar. Terapide de bu problem anlaşılmaya ve çözülmeye çalışılır.


Özgüvensizlik ise çok genel bir kavramdır. Semptomlar kadar sade değildir. Özgüvensizlik de semptomlar gibi travmalarla, sosyal yaşantıyla ve yetiştirilme şekilleriyle alakalıdır. Ancak bir travmanın çözülmesi özgüvensizliği ortadan kaldırmaya yetmeyebilir. Bence bu yanıyla özgüven kavramı diğer semptomlardan ayrılır. Çünkü semptomlar yapılan psikoterapideki birkaç anlamsal bağlantının çözülmesiyle ortadan kalkabilir.


Bu yüzden özgüvensizliğin bir semptomdan ziyade ruhsal bir durum olduğunu düşünüyorum. Birey içinde bulunduğu ruhsal durumdan dolayı kendine güvenemez, kendini eleştirir ve farklı alanlarda kendisini ortaya koymakla ilgili zorluklar yaşayabilir. Özgüvensizliğin genel bir kavram olması aslında bireyin hayatını neredeyse her alanda etkiliyor olmasıyla da ilişkilidir. Kendisine güvenemeyen insanlar aile, sosyal, romantik ve bireysel hayatlarında benzer zorluklar yaşarlar. Bu kadar genel bir kavramın ise özel bir çözümünü aramak gerçekçi görünmemektedir.


Peki özgüvensizlik bir problemse, bir durumsa veya bir semptomsa nasıl çözülebilir.


Cevap bana göre kelimenin kendi içerisindedir. Öze güvenmek. Burada kullanılan öz kavramı ise aslında ruhsallığı temsil eder. Çünkü bireyin yapılanmasındaki öz beden değildir, bireyin oluşturduğu imajlar değildir, sosyal roller, normlara uyan bir persona da değildir. Öz tüm bu saydığım şeylerden de geridedir. Bedenin ardındadır, bilinç dışındadır. Bir annenin çocuğu, bir eş, bir baba veya anne değildir. Tüm bu sıfatlardan da bağımsız olan saf kendiliktir. Ve bir birey özünde ne olduğunu bilmediği sürece ona güvenemez.


Bilmek ve güvenmek ruhsallıkta son derece güçlü bir bağa sahiptir. Bu kurulması zor olmayan bir bağlantıdır. Örneğin insanlar bilmedikleri yerlerde kendilerini o kadar da güvende hissetmezler. Bilmediğiniz bir sokakta yürürken, kendi mahallenizde yürüdüğünüz kadar rahat olamayabilirsiniz, o yeni ve gizemli yerde kendi mahallenizde hissettiğiniz gibi kendinizi güvende hissetmeyebilirsiniz. Veya yeni tanıştığınız bir insana, yıllardır dostluğunuzun sürdüğü kişiye güvendiğiniz kadar güvenmeyebilirsiniz. Çünkü dostunuzu görece tanırsınız, bilirsiniz, ancak o yeni tanıştığınız kişiyi tanımazsınız, o kişi daha bilinmezdir. Bilinmeyen bir şeye, bir yere veya bir kişiye ise güvenmek ne kadar mümkündür? Peki bu bağlamda düşünürsek, kendiliğiyle görece tanışmamış ve ruhsallığı hakkında bilgi sahibi olmayan birisi kendisine nasıl güvenebilir?


Öz’de neyin olduğu önemli bir sorudur. Pek çok bireyin bu soruyu bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde sorduğunu düşünmekteyim. Ancak kimileri cevap aramakla uğraşırken, kimileri bu soruyu geçiştirmektedir. Bu soruya karşı alınan tavır ise doğru veya yanlış kavramları üzerinden değerlendirilmemelidir. Herkes ruhsallığının izin verdiği ölçüde bazı soruları sorar, bazı cevapları arar, bazen de sormaz veya bir cevap aramaz.


Ancak sorulmayan sorular ve aranmayan cevaplar bilinmezliği besler. İçeride, özde gerçekten de ne vardır? Olan şeyler iyi midir? Kötü müdür? İyiyse ne kadar iyidir? Kötüyse ne kadar kötüdür? Hem iyi hem de kötü varsa, o zaman ağırlık hangi taraftadır? Burada kullandığım bütün iyi ve kötü kelimeleri tırnak içerisindedir. İyilik ve kötülük, doğruluk ve yanlışlık kavramları göreceli kavramlardır. Bana göre dış dünyada kurulan anlamsal bağlantılardaki iyi ve kötü, ruhsallığa doğru bir şekilde yansımamaktadır. Dış dünyadaki iyi ve kötü, ruhsallığı tanımlamak için son derece sade kalmaktadır. Ruhsallık kadar derin bir oluşum, iyi gibi göreceli, basit ve tek düze bir kavramla eş değer değildir. Kötü de aynı şekilde…


İyi ve kötü kavramı ise bebeklikten itibaren karşı karşıya kalınan kavramlardır. Bebekler iyi davranışlara göre ödüllendirilir. Masallar iyi ve kötü teması üzerinden kurgulanır. İyi öğrenci ve kötü öğrenci vardır. İyi evlat ve kötü evlat vardır. İyi komşu ve kötü komşu vardır. Ancak toplum o kadar da dürüstçe bu kavramlara sahip çıkmaz. Örneğin iyi ebeveyn vardır, ancak topluma göre kötü ebeveyn yoktur. Yani toplumun kendisi dahi bu kavramları kullanırken çelişir. Dolasıyla ruhsallıkta da çelişkiler baş gösterir. Kötü olamayan ebeveyne karşı hissedilen ‘kötü duygular’ nereye gidecektir, kime gidecektir? Genellikle bir yere ulaşması, dış dünyaya tezahür etmesi zor olan bu duygular da içeride sıkışıp kalır. Kendisine kötü bir alan bulur. Kötü alan ise zihnin binlerce boş odasından birkaç tanesine hapsedilir. Ebeveynler üzerinden verdiğim örnek sadece tek bir örnektir. Toplumda ‘kötü’ duygular ortaya çıkamaz. Ve birey bu duyguları hissettikçe, o karanlık ve temas etmemeye çalıştığı alan büyür.


Halbuki herkes iyidir, herkesin aydınlık tarafı vardır ve o taraf çok güzeldir. Herkes de sadece o alandan ibaretmiş gibi yaşar, öyle yaşadığını sanır, öyle yaşadığını gösterir.


Bu noktada tekrar Jung’un gölge benlik teriminin altını çizmeyi çok önemli görüyorum. Çünkü klinik gözlemlerime göre gölge benlik kavramı özgüvenle ilişkili olabilecek bir kavramdır. Gölge benlik yukarıda anlattığım ve yüzleşmesi kolay olmayan o alandır. Örneğin kıskançlık, haset, öfke gibi duygular bireylerin hayatlarında temas etmekten ve yüzleşmekten kaçındığı kavramlardır. Toplumda bireyler kıskanmıyormuş, kıskanmamış veya kıskanamazmış gibi yaşarlar. Halbuki kıskançlık da bir duygudur ve duygular ruhsallığın bir parçasıdır. Bir duyguyu hissetmeyi ise siz seçemezsiniz, yapabileceğiniz tek şey bu duygu geldiğinde onunla temas etmemeye çalışmak olur. Ancak bu çaba ruhsal enerjinin kullanılmasına sebep olur ve aslında son derece değerli bir enerjiyi doğanızın getirdiği bir duyguyu yok etmek için kullanıyor olursunuz.


Özgüvensizliğin ise bireyin ruhsal alanlarıyla temas edememesiyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bazen karanlık olan yani gölgede kalan tarafa temas edememekle, bazen hem aydınlık hem de karanlık tarafa temas edememekle. Birey iyiyse, ne kadar iyidir? Kötüyse, ne kadar kötüdür? Sorular vardır, ancak cevaplar yoktur. Cevaplara ulaşmayı sağlayacak ruhsal çaba ise genellikle gösterilemeyebilir.


Yüzleşilmeyen alanları bir kilere benzetebiliriz. Oradadır, ancak orada yok gibidir. Büyük bir ihtiyaç duyulmadıkça oraya gidilmez. Girilmez. Halbuki karanlık bir kilere daha önce hiç girmemiş bir çocuk o kilerden korkabilir. Ancak o kiler de eve aittir. Evin bir yeridir. Sadece bilinmezdir. Kendini evde güvende hisseden çocuk, kilerdeyken kendini o kadar da güvende hissetmeyebilir. Veya evde başına gelen şeyler karşısında kendine güveni görece daha yüksek olabilir, ancak karanlık bir kilerde başına gelebilecek herhangi bir olumsuzluğa dair kendine olan güveni hissettiği korkuyla birlikte azalabilir.


Kiler metaforu insanların haberdar olmayı seçmedikleri, temas etmeyi tercih etmedikleri, dolayısıyla ruhsal alanlarında bilmedikleri ve tanımadıkları bölümlerinin olmasına örnektir. Bu bilinmez alan ise içerisinde ne olduğuna dair soru işaretleri oluşturacağı için özgüveni düşürebilir. Çünkü özde bilmedikleri, kendilerini korkutan, belki kaygılandıran ve yüzleşemedikleri bazı parçalar vardır.


Dolasıyla özgüven bireyin ruhsallığındaki odalara girip çıkmasıyla, orada olanları da bilmesiyle ve tanımasıyla artabilir. Çünkü kendine dair bir parçanın o kadar da ‘kötü’, ‘karanlık’, veya ‘gölge’ olmadığını fark etme şansına sahip olacaktır. Daha öncede altını çizdiğim üzere en korkunç arzular, fanteziler, veya duygular dahi size dairdir ve ne kadar 'kötü' olabilir? Temas etmek bireyin kendisi için yapabileceği en faydalı şeylerden birisidir ve terapi bunun için son derece güvenli bir ortamdır. Özgüvensizlik şikayetiyle gelmeyen danışanlar dahi kendiliklerine temas ettikçe özgüvenlerinde bir artış gözlemleyebilir.

 
 
 

댓글


Görüş ve Önerileriniz için

Görüşlerin için teşekkürler!

© Tüm Telif Hakları Saklıdır, 2022

bottom of page