top of page

Suç ve Hata

  • Berat Keskin
  • 24 Eyl 2022
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Ağu


ree

Anlamları birbirine yakın ancak ruhsallığa etkileri son derece farklı olan bu iki kavram üzerinde durmak istedim ilk yazımda. Durmak pek çok oluşun anahtarı aslında. Durgun bir suyun dibi görünür. Örneğin bir rafting nehrini düşünün, dibini göremezsiniz. Ne kadar derin, içerisinde hangi renk taşlar, ne çeşit balıklar var. Veya herhangi bir canlı var mı? Yoksa dibinde sadece kayalıkların olduğu sığ bir yatağa mı sahip bu nehir?





Ancak durgun su olanı gösterir, sahip olduğu her ne varsa onu görebilir, inceleyebilir, ve her zaman olmasa da bazen ona ulaşabilirsiniz. Ancak bu şansı yukarıda da belirttiğim üzere durmak yani durgunluk verir.


Nehir üzerinden verdiğim örnek aslında ruhsallığımızda da benzer bir şekilde gözlemlenebilir. Duygular durulduğunuzda ortaya çıkar, koşturduğunuzda veya nerede ne yaptığınızı bilmediğinizde değil. Duygular harekette, eylemde veya dış dünyada değildir. Duygular içeridedir ve onlara erişebilmeniz için suyunuzun berrak ve durağan olması gerekir. Bir duyguyu hissetmekle, bu duyguyu ve bu duygunun ardını görmek farklı deneyimlerdir. Akışta olmak her an çağlamak, her an davranmak, her an kovalamak değildir. Akışta olmak kendinizi akışa bırakabilmek, yani durabilmektir. Siz durduğunuzda suyun sizi bir yere götürmesine izin verirsiniz, suyun nereye, hangi yöne, nasıl bir hızda gittiğini fark edebilirsiniz örneğin. Hareket halindeki bir suyun içerisinde siz de hareket ederseniz düşünüp hissedebileceğiniz şeyler genellikle kendi hareketleriniz, nereye ne hızla gitmek istediğiniz olacaktır. İnsan ise evrimsel olarak kendiliğine öncelik veren bir canlıdır. Hareketli bir suyun içerisinde hareket halinde olmanız sizin hareketinizin algılanmasına ve suyun hareketine kıyasla algısal olarak öne çıkmasına sebep olabilir. Sizin hareketiniz aslında teorik olarak suyun hareketini yok edebilir, çünkü onun hareketini algılayamaz hale gelebilirsiniz. Ancak siz durursanız suya dair çeşitli bilgileri edinebilirsiniz. İşte akışta olmak budur. Bu metaforun içerisindeki su kavramının yerine hayatı da koyabilirsiniz.


Durmanın önemi üzerinde biraz durduktan sonra bir sonraki durağımız olan konuya geçebiliriz, hata ve suçluluk.


Bu yazıyı okumaya devam etmeden önce durup bir dakika düşünmenizi öneririm. Bu iki kelime sizin zihninize neler getiriyor. Bu iki kelimenin ağırlıkları nasıl? Renkleri ne olurdu? Öyküleri nasıl başlamıştır, nasıl bu zamana kadar ulaşmışlardır…


Hata kelimesi izlenimsel olarak daha hafif bir kelimedir. Yükü hafif, tonu hafif, yapılan şeyin sanki ağırlığı da görece daha hafif. Hata aynı zaman bilinçsiz gerçekleşir. Bilinçli bir hareketin sonucu değildir. Hatayla ilgili olan deyimlerde genelde bu hatanın yapılabilirliği ve affedilebilirliği üzerine olacaktır. Hatalar insana mahsus, yaptık bir hata gibi… Ulaşması gereken rotadan sapmış ama çok da zararlı bir yola gitmemiş, ne kendine, ne de karşıdakine ağır bir hasar vermemiş, veremez, vermek de istememiş eylemleri düşündürdü bana. Hatalar görülür, ancak o kadar da yadırganmaz. Görünürdür, ama insanların gözlerine gözlerine girmez. Aynı şekilde ruhunuzun da derinliklerindeki o karanlık kapılara, acılara, bilinmezlere direkt bir şekilde dokunmaz. Sanki daha yüzeyde kalır. Hem etkisi hem de kaynağı daha yüzeydedir sanki. Hatasız kul olmaz denmiş mesela. Herkesin hata yaptığı bilinen bir gerçektir. Hatalar bu yüzden normaldir. Normdur. Normlar da insanları rahatsız etmez. Bu yüzden hata ne sahibine ne de çevresine büyük hasarlar vermez. Normal karşılanır.


Ancak suç böyle değildir. Suç bilinçlidir. Bırakın norm, normal gibi kelimelerle ilişkili olabilmesini, legallik kavramına dahi uzaktır. Hatta pek çok suç genellikle illegaldir. Bir renk olsa o rengin tonu muhtemelen koyu bir tondur. Daha karanlıktır. Karanlığa da daha yakındır. Bir suç da anlık olabilir, ama hata gibi basit değildir. Daha komplekstir. Belki daha çok travmayla, daha çok bilinmezlikle türlü türlü ilişkisi, denklemleri vardır. Belki de bu yüzden daha karanlık geliyor. Suçun kaynağı sığ bir yer değildir. Genellikte travmatik kaynaklara sahiptir. Hata sarı tonlarındaki kırsal bir köyden geliyorsa, suç karanlık tonlardaki kalabalık bir şehirden geliyor olabilir. Suçlar bu yüzden suçu işleyene ağırlık verir. Bu suç neden işlenmiştir? Bu suçu işleyebilecek birisi midir kendisi? Öyleyse bu zamana kadar neden haberi olmamıştır? Bundan sonra nasıl birisi olacaktır, insanlar onu nasıl görecektir. Sanki bir şeyler değişmiştir… Suçlar ortaya çıktıktan sonra hem kişinin iç dünyasında hem çevresinde hem de suçun nesnesinde bir şeyler değişebilir. Değişir demiyorum, ancak değişebilir. Aklınıza hangi suçlar geliyor? Cinayet, tecavüz, yaralama, hırsızlık, kamu malına zarar verme… Suçlar saymakla bitmez, ve genelde de hepsi ağırdır.


Bir suç ortaya çıktığında suçu işleyen kişinin iç ve dış dünyasında bir şeylerin değişebileceğini söylemiştim. Mesela suç beraberinde suçluluk hissini getirir. Suç işlediğinizi bilmek sizi suçlu hissettirir. Siz artık bir suçlusunuzdur. Ve suçlular suçluluk hisseder. Diğer bir deyişle suçluluk hissi suçlulara mahsustur. Suçla birlikte gelen bir diğer şey ise cezadır. Bir suç cezalandırılmaya mahkumdur. Çünkü o bir suçtur. Örneğin dış dünyada bir suç işlerseniz bir avukatınız olur, mahkemeye çıkarsınız, cezanıza karar verilir, cezanızı çekmeniz beklenir… Halbuki her suç dış dünyada işlenmez. Suçlar sadece biraz önce saydığımız, fiziksel dünyaya ait ve kategorileşmiş suçlardan oluşmaz.


İçsel dünyanın da, dış dünyanın yasalarından bağımsız olarak kurduğu anlamlara sahip olması gibi, kendi düzeni, kendi yasaları ve kendi suçları vardır. İçsel dünyanın suçları kategorize edilemez, herkes için farklı olabilir. Hiddeti, şiddeti, tonu, cezası ve tanımı herkes için farklı olabilir. Örneğin bir çocuğu düşünün, eğer bu çocuğun annesi çocuğa çamaşır yıkamayı yasaklarsa ve bunu cezalandırırsa bu çocuk için artık çamaşır yıkamak iç dünyasında suçtur, illegaldir. Annesi vefat ettikten sonra dahi çamaşır yıkadığında suç işlediğine dair olan inancı devam edebilir, suçluluk hissi gelebilir, ceza bekleyebilir, ceza isteyebilir, dahası bu cezayı veren olmayacağı için kendi kendini cezalandırmanın bir yolunu bulabilir. Halbuki başka bir çocuk için çamaşır yıkamak bir suç değildir, çünkü onun iç dünyasında böyle bir anlamsal bağlantı kurulmamıştır.


Biraz önce değindiğim ceza kavramı ise suç kadar önemli bir kavramdır. Suçun ne kadar ağır bir kavram olduğunu biraz önce anlatmaya çalıştım. Keza suçluluk hissinin de öyle. Peki bu kadar ağır bir şey ruhsallıkta nasıl yer bulur, nasıl taşınır, nasıl atlatılır? Ceza tam da bu noktada devreye girer. Suç kavramı, ceza kavramını doğurur. Suç siyahsa, ceza beyazdır. Suçun siyahlığını, ceza hafifletir. Örneğin bir hata genellikle cezalandırılmaz, veya bir hata kulağa cezalandırılması gereken bir kavrammış gibi gelmeyebilir. Hata ve ceza yan yana yazıldığında bile o kadar da uyumlu olmazlar. Ancak suç ve ceza diye bir klasik roman dahi vardır. Bu iki kavramı uyumsuz bulunması da görece zordur. İşte suçun ağırlığı ve cezanın hafifleticiliği gibi konular bilinç mekanizması içerisinde işlenen ve tartılan konulardır.


Bilinç mekanizması sizi var etmek üzerine kuruludur. Bir şekilde en iyi şekilde yaşatılmaya çalışırsınız bu mekanizma sayesinde. İçselleştirilmesi, kavranması, dayanılması zor, travmatik veya kaotik şeylerle bu mekanizma mücadele eder. Onları böler, parçalar, saklar, unutturur, dönüştürür, anlamını manipüle eder… Bunları savunma mekanizmalarını kullanarak yapar. Bu mekanizma aslında bir ütopya yaratmaya çalışır. Her şey iyidir, güzeldir, siz harikasınızdır, hiçbir şey olmamıştır veya olmayacaktır. Ve bütün bu savaşılan şeyleri bir distopya olarak gösterir. Orası gidebileceğiniz, temas edebileceğiniz en kötü yerdir. Orası karanlıktır, sizin kabusunuzdur. Orada olan şeyler sizin değildir, orada mücadele edilen şeyler size, sizin zihninize veya sizin yaptıklarınıza ait olamaz. Jung bu kısma gölge benlik demiştir. Sizin karanlık tarafınız, aydınlığa çıkmaya hazır olmayan, korkutan ve kaçınılan kısım. Sizin ütopyanız beyazsa, orası siyahtır. Ve beyaza siyah bulaşmamalıdır. ‘Siyah bilinmezdir, beyazı yutabilir…’


Halbuki bu mekanizmada evrimin de etkisi vardır. O sizi sağ tutmaya, rahatta ve güvende tutmaya çalışır, ki yaşayabilin. O yüzden bu aslında bilişsel mekanizmanın doğasında olan bir manüplasyon özelliği ve hatta yeteneğidir. İşlevseldir ama ne kadar gerçekçidir? Sizi görece rahatta tutar, ama sığ bir düzleme hapseder. Derinleşmek korkutur, ne çıkacağını, size ne olacağını bilemezsiniz. Sığlık ise sıkıcılığı beraberinde getirir. Genelde tek düze olan her şey sıkıcıdır. Tek bir rengin kullanıldığı evler, tek bir şeyi yiyip durmak, tek bir odada günlerce kalmak örneğin. İki boyutluluk gibidir. Üçüncü boyut nerededir? İşte üçüncü boyut distopyanızdır. Kabuslarınızdır. Gölgenizdir. Kabuslar ne kadar kortucu olursa olsun, size dair bir şeyler anlatır. Distopyanız ne kadar yıkıcı olursa olsun, sizin kurduğunuz bir şeydir, ve size dairdir. Herkesin siyahının tonu birbirinden bambaşkadır. Ve herkesin siyahı vardır. Bu siyah bilinç dışınızdadır. Bilincinizde var olamayan her şeyin gönderildiği, yok edilemediği ve oradakiler çıkmasın diye savaşılan o yerdedir.


1900'lü yıllarda toplumda cinsellik, cinsel haz ve mastürbasyon gibi kavramlara neredeyse hiç yer yoktu. Bu durum, özellikle kadınlar için, suçluluk hissinin yaygınlaşmasına ve bu hisle mücadele etmek zorunda kalmalarına neden oluyordu. Kadınlar, mastürbasyon yaptıklarında suçluluk duygusuyla yüzleşiyorlardı. Üstelik bu suçluluk, haz aldıkları bir şeyden kaynaklanıyordu.


Hazzın bu denkleme girmesi oldukça önemliydi. Çünkü haz arttıkça suçluluk hissiyle baş etmek daha zor bir hale geliyordu. Bu durum, ruhsal mekanizmalar için karmaşık bir mücadele alanı yaratıyordu. Mücadelenin iyice zorlaştığı, suçluluk duygusunun kontrol edilemez bir hale geldiği noktada, ruhsal denge şaşkına döner ve başa çıkma yöntemleri tükenirdi.


Bu noktada devreye "ceza" girerdi. Ceza kavramı ise kişiden kişiye değişen geniş bir anlam taşır. Birinin ceza olarak algıladığı bir durum, bir başkası için ödül olabilir. Ruhsallıktaki cezalar, fiziksel cezalar gibi görünmeyebilir. Yine de suçluluk duygusuyla mücadelede etkili bir araçtır. Ceza, ruha acı ve ağırlık verebilir, ancak aynı zamanda rahatlama ve huzur için bir tür fedakarlıktır.

Ruhsallığınızda tüm bu savaş sürerken, günlük hayatınıza devam etmeye çalışıyorsunuz. Ancak fark ediyorsunuz ki, görünürde hiçbir şey olmasa bile, içeride bir şeyler oluyor. Ve bu olanlar, zaman zaman oldukça çetin bir şekilde kendini gösteriyor. Bu zorlu mücadele, yaşam enerjinizin önemli bir kısmını tüketebiliyor.


Bu noktada bireylerin ruhsallıklarındaki suç, suçluluk ve ceza kavramlarını sorgulaması önemlidir. Çünkü önceden koyulmuş yasalar ve suç olduğuna kanaat getirilmiş durumlar güncelliğini yitirmiş olabilir. Siz eski bir inançla, çağınızın gerekliliğini, getirdiklerini ve güncelliğini barındırmayan yasalarla yaşamaya çalışıyor olabilirsiniz. İşlediğinizi düşündüğünüz o suç kendisiyle birlikte duygusunu ve cezasını da getirebilir. Bu yüzden yapılan gündelik eylemlerin veya gündelik hataların suç kategorisi içerisinde değerlendirilmesinin son derece yanlış olduğunu savunuyorum.


Bir şeyi yapamamış, başaramamış, anlayamamış, normunuza uygun, idealinize uygun davranmamış veya davranmıyor olmak suç olmaz, olsa olsa hata olur. Biliçsiz gerçekleşen eylemler birer hatadır. Üstte de bahsettiğim gibi normlar suçlarla değil, hatalarla ilişkidir. Hata normdur, ve normaldir. Hayatta hataya her zaman yer vardır, o yer olmak da zorundadır, çünkü insan hata yapmaya mahkumdur ve bu belki de olabilecek en güzel mahkumiyettir.


Bu yazıyı yazmaktaki amacım işe geçmiş ve gelecek deneyimleri suç ve hata perspektifinden değerlendirmedeki önemi vurgulamaktır. Deneyimlerini suç kavramı üzerinden tanımlayan birisinin yaşadıkları ve yaşayacaklarıyla, hata kavramı üzerinden deneyimleyen birisinin ruhsallığında da etkisel olarak farklılıklar olacaktır. Bu da en başta sizi etkileyecektir. Belki de suç olarak değerlendirdiğiniz pek çok hatanız vardır ve cezaya böylesine bir ihtiyaç da yoktur.

 
 
 

Yorumlar


Görüş ve Önerileriniz için

Görüşlerin için teşekkürler!

© Tüm Telif Hakları Saklıdır, 2022

bottom of page